
İngilizce öğrenme yolculuğunda en büyük hedeflerden biri, akıcı ve ana diline yakın konuşabilmek, değil mi? İşte bu hedefe ulaşmanın en etkili yollarından biri de, deyimleri yani “idiom”ları öğrenmekten geçiyor. Deyimler, kelimelerin sözlük anlamlarından tamamen farklı anlamlar taşıyan, bir dilin ruhunu ve kültürünü yansıtan özel ifadelerdir. Onları bilmeden, birçok günlük konuşmayı, film repliğini veya şarkı sözünü tam olarak anlaman neredeyse imkansız.
Öyleyse neden bu kadar önemli? Çünkü deyimler, İngilizceyi sadece “okuyup yazmaktan” çıkarıp, onu “yaşamana” olanak tanır. Bir İngilizle veya Amerikalıyla sohbet ederken, sadece basit cümlelerle değil, onların kullandığı deyimlerle konuşmaya başladığında, karşındaki kişiyle arandaki buzlar erir ve sana bambaşka bir kapı açılır. Bu, sadece dil bilgisini değil, aynı zamanda kültürel anlayışını da geliştirdiğin anlamına gelir.
İşte tam da bu yüzden, senin için günlük hayatta en yaygın 50 İngilizce deyimi bir araya getirdim. Her bir deyimin anlamını ve örnek cümlesini yanına ekleyerek, bu ifadeleri kolayca öğrenmeni ve hemen kullanmaya başlamanı hedefledik. Hazırsan, İngilizceyi bir seviye daha yukarı taşımak için ilk deyimimizle başlayalım. İyi okumalar!
A’dan G’ye Idiomlar

A dime a dozen
- Anlamı: Çok yaygın, sıradan bir şey.
- Örnek: “Good singers are a dime a dozen these days.” (Bu günlerde iyi şarkıcılar çok yaygın.)
A piece of cake
Anlamı: Çok kolay bir şey. (Çocuk oyuncağı.)
Örnek: “Don’t worry about the exam, it’s a piece of cake.” (Sınav için endişelenme, çocuk oyuncağı.)
Beat around the bush
- Anlamı: Lafı dolandırmak.
- Örnek: “Stop beating around the bush and tell me what you want.” (Lafı dolandırmayı bırak ve ne istediğini söyle.)
Bite off more than you can chew
- Anlamı: Altından kalkamayacağın bir işe kalkışmak.
- Örnek: “I think he bit off more than he could chew with that new project.” (Sanırım o yeni projeyle altından kalkamayacağı bir işe kalkıştı.)
Break a leg
- Anlamı: İyi şanslar dilemek. (Şeytanın bacağını kırmak.)
- Örnek: “You have a big presentation today. Break a leg!” (Bugün önemli bir sunumun var. İyi şanslar!)
Bite the bullet
- Anlamı: Hoşlanmadığın ama yapman gereken zor bir şeyi kabullenmek.
- Örnek: “I hate going to the dentist, but I’ll have to bite the bullet.” (Dişçiye gitmekten nefret ediyorum ama katlanmak zorundayım.)
Cost an arm and a leg
- Anlamı: Çok pahalı olmak.
- Örnek: “That new car must have cost him an arm and a leg.” (O yeni araba ona çok pahalıya mal olmuş olmalı.)
Cry over spilt milk
- Anlamı: Olmuş bir şey için üzülmek.
- Örnek: “You failed the test, but there’s no use crying over spilt milk.” (Sınavda kaldın ama olmuş bir şey için üzülmenin anlamı yok.)
Every cloud has a silver lining
- Anlamı: Her kötü durumun iyi bir tarafı vardır.
- Örnek: “Losing my job was tough, but every cloud has a silver lining. I found a better one.” (İşimi kaybetmek zordu ama her işte bir hayır vardır. Daha iyisini buldum.)
Get a second wind
- Anlamı: Yorgunluktan sonra yeniden enerji toplamak.
- Örnek: “I was tired, but I got my second wind after a short break.” (Yorgundum ama kısa bir aradan sonra yeniden enerji topladım.)
Get out of hand
- Anlamı: Kontrolden çıkmak.
- Örnek: “The party got a little out of hand.” (Parti biraz kontrolden çıktı.)
Give someone the cold shoulder
- Anlamı: Birine soğuk davranmak, onu görmezden gelmek.
- Örnek: “I tried to talk to her, but she gave me the cold shoulder.” (Onunla konuşmaya çalıştım ama bana soğuk davrandı.)
Go down in flames
- Anlamı: Tamamen başarısız olmak.
- Örnek: “His project went down in flames.” (Projesi tamamen başarısız oldu.)
H’den L’ye Idiomlar

Hang in there
- Anlamı: Pes etme, dayan.
- Örnek: “I know it’s tough, but hang in there.” (Biliyorum zor ama dayan.)
Hit the nail on the head
- Anlamı: Tam doğru tespiti yapmak. (Tam on ikiden vurmak.)
- Örnek: “You’ve hit the nail on the head. That’s exactly the problem.” (Tam doğru tespiti yaptın. Problem tam olarak bu.)
Hit the road
- Anlamı: Yola çıkmak.
- Örnek: “It’s getting late, we should hit the road.” (Geç oluyor, yola çıkmalıyız.)
Hold your horses
- Anlamı: Sabretmek, acele etmemek.
- Örnek: “Hold your horses, we have plenty of time.” (Sabırlı ol, bolca vaktimiz var.)
In the same boat
- Anlamı: Aynı kötü durumda olmak.
- Örnek: “We’re all in the same boat with this project.” (Bu projede hepimiz aynı durumdayız.)
It’s not rocket science
- Anlamı: Çok zor bir şey değil.
- Örnek: “Learning to use this program is not rocket science.” (Bu programı kullanmayı öğrenmek zor değil.)
Jump on the bandwagon
- Anlamı: Popüler olan bir şeye katılmak.
- Örnek: “Everyone is buying those phones, so I decided to jump on the bandwagon.” (Herkes o telefonlardan alıyor, ben de akıma uymaya karar verdim.)
Jump to conclusions
- Anlamı: Aceleci kararlar vermek.
- Örnek: “Don’t jump to conclusions, let’s wait for the facts.” (Aceleci kararlar verme, gerçekleri bekleyelim.)
Keep your chin up
- Anlamı: Moralini yüksek tutmak.
- Örnek: “I know you lost the game, but keep your chin up!” (Oyunu kaybettiğini biliyorum ama moralini yüksek tut!)
Let someone off the hook
- Anlamı: Birini zor bir durumdan kurtarmak.
- Örnek: “He promised to help, but let me off the hook at the last minute.” (Yardım etmeye söz verdi ama son anda beni yüzüstü bıraktı.)
Let the cat out of the bag
- Anlamı: Bir sırrı kazara ortaya çıkarmak.
- Örnek: “He let the cat out of the bag and now everyone knows about the surprise party.” (Sırrı ifşa etti ve şimdi herkes sürpriz partiyi biliyor.)
Let’s face it
- Anlamı: Gerçeği kabul edelim.
- Örnek: “Let’s face it, we are not going to finish this on time.” (Gerçeği kabul edelim, bunu zamanında bitiremeyeceğiz.)
M’den S’ye Idiomlar

Make a long story short
- Anlamı: Uzatmadan kısaca anlatmak.
- Örnek: “To make a long story short, we decided to sell the car.” (Kısacası, arabayı satmaya karar verdik.)
Miss the boat
- Anlamı: Bir fırsatı kaçırmak.
- Örnek: “I wanted to apply for the job, but I missed the boat.” (İşe başvurmak istiyordum ama fırsatı kaçırdım.)
No pain, no gain
- Anlamı: Emek vermeden kazanç olmaz.
- Örnek: “You have to work hard to get fit. No pain, no gain.” (Forma girmek için çok çalışmalısın. Emek olmadan yemek olmaz.)
Off the top of my head
- Anlamı: Düşünmeden, aklına ilk geleni söylemek.
- Örnek: “Off the top of my head, I think the meeting is tomorrow.” (Aklıma ilk gelen, toplantının yarın olduğu.)
On the ball
- Anlamı: Tetikte olmak, durumu iyi kavramak.
- Örnek: “Our new manager is really on the ball.” (Yeni yöneticimiz gerçekten çok uyanık.)
Once in a blue moon
- Anlamı: Çok nadiren.
- Örnek: “He only visits his family once in a blue moon.” (Ailesini çok nadir ziyaret eder.)
Out of the blue
- Anlamı: Hiç beklenmedik bir anda.
- Örnek: “He called me out of the blue after five years.” (Beş yıl sonra beklenmedik bir anda beni aradı.)
Pull someone’s leg
- Anlamı: Birine şaka yapmak.
- Örnek: “Are you serious or are you just pulling my leg?” (Ciddi misin yoksa bana şaka mı yapıyorsun?)
Ring a bell
- Anlamı: Bir şeyi hatırlatmak.
- Örnek: “His name doesn’t ring a bell.” (Adı bana hiçbir şey çağrıştırmıyor.)
See eye to eye
- Anlamı: Bir konuda aynı fikirde olmak.
- Örnek: “We don’t always see eye to eye on politics.” (Siyaset konusunda her zaman aynı fikirde değiliz.)
Sleep on it
- Anlamı: Bir karar vermeden önce bir gece düşünmek.
- Örnek: “That’s a big decision. You should sleep on it.” (Bu büyük bir karar. Bir gece düşünmelisin.)
Speak of the devil
- Anlamı: Tam da hakkında konuşulan kişinin o anda ortaya çıkması.
- Örnek: “Hi Tom! Speak of the devil, we were just talking about you.” (Selam Tom! Şeytan kulağına, tam da senden bahsediyorduk.)
Spill the beans
- Anlamı: Bir sırrı ifşa etmek. (Let the cat out of the bag ile benzer anlamda.)
- Örnek: “Come on, spill the beans! Who did it?” (Hadi söyle artık! Kim yaptı?)
T’den Z’ye Idiomlar

Take it with a grain of salt
- Anlamı: Bir şeye şüpheyle yaklaşmak.
- Örnek: “You should take his advice with a grain of salt.” (Onun tavsiyesine şüpheyle yaklaşmalısın.)
The ball is in your court
- Anlamı: Karar verme sırası sende.
- Örnek: “I’ve made my offer. Now the ball is in your court.” (Teklifimi yaptım. Şimdi karar verme sırası sende.)
The best of both worlds
- Anlamı: İki farklı durumun en iyi yanlarını birleştirmek.
- Örnek: “Working from home is the best of both worlds.” (Evden çalışmak, her iki durumun da en iyi yanlarını birleştiriyor.)
The last straw
- Anlamı: Sabrı taşıran son damla.
- Örnek: “When he lied again, it was the last straw.” (Yeniden yalan söylediğinde, bu son damlaydı.)
Through thick and thin
- Anlamı: İyi günde de kötü günde de.
- Örnek: “She has been my best friend through thick and thin.” (İyi günde de kötü günde de en iyi arkadaşım oldu.)
Throw in the towel
- Anlamı: Pes etmek.
- Örnek: “He was losing the fight, but he refused to throw in the towel.” (Maçı kaybediyordu ama pes etmeyi reddetti.)
To get bent out of shape
- Anlamı: Gereksiz yere sinirlenmek.
- Örnek: “Don’t get bent out of shape over a little mistake.” (Küçük bir hata için gereksiz yere sinirlenme.)
Under the weather
- Anlamı: Hasta hissetmek.
- Örnek: “I’m feeling a little under the weather today.” (Bugün biraz hasta hissediyorum.)
Walk on eggshells
- Anlamı: Birini üzmemek için çok dikkatli davranmak.
- Örnek: “I feel like I’m walking on eggshells around him.” (Onun yanında çok dikkatli davranıyormuşum gibi hissediyorum.)
You can’t judge a book by its cover
- Anlamı: Birini dış görünüşüne göre yargılayamazsın.
- Örnek: “He seems quiet, but you can’t judge a book by its cover.” (Sessiz görünüyor ama birini dış görünüşüne göre yargılayamazsın.)
You can’t make an omelette without breaking a few eggs
- Anlamı: Büyük bir başarı elde etmek için bazı fedakarlıklar yapman gerekir.
- Örnek: “Starting a new business is difficult, but you can’t make an omelette without breaking a few eggs.” (Yeni bir iş kurmak zor ama bazı fedakarlıklar yapmadan başarı elde edemezsin.)
You can’t have your cake and eat it too
- Anlamı: Bir şeyin hem olumlu hem de olumsuz yönünü aynı anda yaşayamazsın.
- Örnek: “You can’t have your cake and eat it too. You need to choose between your job and your hobby.” (İkisini aynı anda yapamazsın. İşinle hobin arasında bir seçim yapmalısın.)
Bu 50 deyim, İngilizceyi sadece öğrenmekle kalmayıp, onu konuşmana katacak ve seni ana dili İngilizce olanlara bir adım daha yaklaştıracak. Bu deyimleri kullandıkça, dilin ne kadar eğlenceli ve renkli olduğunu göreceksin.
Ayrıca İngilizce’de En Sık Kullanılan 50 Phrasal Verbs yazımıza da göz atabilirsiniz. Şimdiden yeni deyimler öğrenme maceranda bol şans dileriz!